The Glenlivet Distiller’s Reserve

Besine erişimin bu denli meşakkatli olmadığı bir çocukluktu benimki: Tel örgüye yaslanmış yabani dikenli dağ böğürtlenlerinin yol kenarında ansızın karşıma çıktığı bir çocukluk. Paylaşmak toplum teamülüydü; dalından meyve yemek bir çocuk hakkıydı o zaman.

Şimdi, Latince isimleriyle pek de soğuk/yabancı, “hayırsız” peyzaj bitkileri, kara bulut gibi örttü sanki üzerini bütün o güzelim cici geçmişin. Beton, karaciğere yayılan metastatik kolon kanseri gibi sardı memleketin sırtlarını kısa sürede. Bahçesinde erik, kiraz ve bilumum meyve bulunan bahçelere sahip o evler, sınırları taş duvarlarla çevrelenmiş, özerk ve yalnız küçük yerleşim birimlerine dönüştüler birer birer.

The Glenlivet Distiller’s Reserve’de, yeşil gövdesinin kokusuna karışan küçük meyvesinin tatlı kokularına rastladım o böğürtlenin. Yoğun şarabi notalarının, topraksı kokuların etkisi altında olduğunu gördüm. Burna sertçe dokunan alkol, damakta da dikensiydi biraz. Gövdeli yapısı, hem tatlı hem tuzlu hem acı olan damağını kolayca hissettirdi. Mayhoş, tok bir pekmez yedim sanki.

Bir “duty free” ganimeti olarak The Glenlivet Distiller’s Reserve, 40 derece alkolüyle 1 litrelik şişesinde geldi bana. Paylaşmaya daha çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde hacmiyle çok mutlu etti diyebilirim. Bu hacim, daha fazla istifade ve daha fazla paylaşmak anlamına geliyor kuşkusuz. Dalından değil ama şişesinden bir yudum meyve isteyen beri gelsin.

Bir yanıt yazın

*