Kağıttan, bir gazeteden notalar var bu viskide. Kağıt üzerine sıkılmış, çiçeksi/meyvemsi üst notalarıyla mis, ince bir parfümü koklamak gibi adeta bu. Hatta, retro şişesinin içinden bir “kağıt mektup” çıkmışçasına da tesadüfi biraz. Kahveli süt köpüğüne benzeyen kadifemsi yapılı tatlı-ekşi tatlarından keyifli büyük yudumlar alarak okuyorum o şişeden çıkan kısacık/sıcak mektubu:
Sevgili,
Yarımada yine bildiğin gibi: Kapitalistin, siyasetçinin, dincinin, “kötü”nün, cümle varlığın üzerindeki ayrıcalığı/hakimiyeti bâki hâlâ burada. Hayatlar yine kıymetsiz, yaşamakla ölmek arasındaki ince çizgi çok belli belirsiz, yaşamak hep meşakkatli bir mücadele hâlâ burada. Türlü fenalık her zamanki gibi her an kapıda ve tarih mütemadiyen tekerrürde. Bir büyük cüretle bir cana son vermek yahut onu yok saymak bir hak gibi burada. Sen gittiğinden beri her şey daha da kötüye gidiyor yani. İyi şeylerden bahsedemiyorum sana. Ben, bol duman çekip sert içkiler içiyorum bu aralar. Özledikçe özlüyorum seni. Daldıkça en uzağına dalıyorum ufkun. Sanki hiç gitmemişsin, sanki kapı ya da telefon biraz sonra çalacakmış gibi hep tetikte ruhum.
Hazan kışa döndü, havalar hayli soğudu. Güneş, kuzey yarım küreye ekinoksa kadar vadeli borçlandı. Belli ki, bu uzun gecelerimin hüzün başrolünde yine sen olacaksın benim. Ve inanıyorum, burası öyle yeşil, öyle mavi, öyle gülümseyen bir yer olacak. Rivayet edilen o masal diyarlardan bir timsal olacak. Şarkılarımız gerçek olacak. Yeni şarkılarımız da olacak. Ama sen müziğimin içindeki eksik ses olacaksın benim.