Kapalı havanın tutkunuyum. Yağmasın, ama taş grisi bulutlar pamuk gibi kat kat kaplasın gökyüzünü. Yağsa da, gece yağsın uyandırmadan, sabaha yağmurdan geriye toprağın mis kokusu kalsın. Üşütmesin, ama sarılınca da hemen ısınabilecek kadar serin olsun. Üşütse de, çok özletmesin güneşi, arada göstersin yüzünü, sonra yine kapansın varsın.
Ekşi’de “kapalı hava fetişi var mıdır” diye bir şey okumuştum vaktizamanında; evet, kapalı havayla ve göz alabildiğine safi doğada bir ömür yaşayabilirim ben. Ne şehirden bir iz isterim yakınımda yöremde, ne de son yüzyılda hayatımıza giren onca şeyden bir numune.
Viski içmekten de en keyif aldığım zamanların mevsimi şimdi. Aberlour 12’yle karşılıyorum kışı. Aberlour 12, ıslandıkça daha da açılıyor, sallandıkça daha da neşeleniyor, dinlendikçe daha da olgunlaşıyor bardakta sanki. Meşe ve vanilyaya, taze biçilmiş çim kokusu eşlik ediyor ufak ufak. Şeri fıçıdan gelen meyvemsi tatlılık damakta da kalıyor. Çok sakin, duru ve dengeli; yormuyor hiç. Tıpkı, kapalı bir hava gibi.