Bazı kokuları, hep duymak ister insan, burnunun kenarında ister, yanında götürmek ister.
Biraz ilginç de olsa, Yeni Ginelilerin kokuyu yanlarında götürmek gibi bir huyları/alışkanlıkları varmış; Vedat Ozan’ın Kokular Kitabı’ndan şaşırarak öğreniyoruz:
Yeni Gineli bir kabilede bir dostla vedalaşmak, elini onun koltuk altına sokarak ovuşturmak şeklinde yapılıyor. Bu sayede siz o dosttan ayrılıyorsunuz ama kokusunu ve anısını beraberinizde götürebiliyorsunuz.
Vedat Ozan. Kokular Kitabı. İstanbul: Everest, 2020.
Glenfiddich 12 de böyle beraberimde götürmek istediğim kokulardan olunca, bu “Yeni Gineli ritüeli” geldi aklıma ve “analoji” yaptım 🙂 Hatta, biraz da “mübalağa” yaparsam, Glenfiddich 12’yi, bir parfüm gibi elime bileğime, boynuma, kulak arkama sürüp üzerimde bile taşımak isterim de diyebilirim.
Herkesin böyle favori kokuları yok mu zaten? Elbette var: Benim de var; hem de birçok. Glenfiddich 12’yi de bu listeye ekledim şimdi. “Ne olur, kokusu burnumdan düşmesin bir an” dedim henüz ilk burunda. Öyle ki, çiçek balıyla açılan, yavaş yavaş yeşil elma ve meşeye dönüşen geniş bir koku kartelası var Glenfiddich 12’nin. Bira bira gelen tahılımsı kokularını da ayrıca sevdim. Bu bile tek başına, buz gibi yaz birasının hatırasını kışın yaşatmak için yeter de artar.
İçerde ise dil uyuşturan cinsten kekremsi bir damakla karşılaşıyorum. Odunsu, karamelimsi, baharatlı tatlar bırakıp akıyor sıcak sıcak. Yakarak geçiyor boğazı. Orta uzunlukta da kalıyor yakıcılığı geçtiği yerlerde; tam da yeterince/kararınca gibi optimum/ideal bir bitiş işte.
Glenfiddich 12’nin neden bir klasik olduğunu daha iyi anlıyorum şişe bittiğinde. Dalında ders olarak okutulur nitelikte sahiden.