Değerli birçok hikayeye ev sahipliği yapmış, “efsane” misafirler ağırlamış Pera Palace’ın “gövdeli” atmosferinde nefis viskilerle bir yolculuğa çıktım. Paris İstanbul arası sefer yapan Orient Express treninin yolcusuydum sanki mütareke İstanbul’unda. Orient Bar’ın nezih salonunda, Mustafa Kemal’in kendisini masalarına davet etmek isteyen işgal komutanlarına tarihi cevabı da çınladı kulaklarımda bir an: “Her ne kadar şu anda İstanbul’un sahibi onlar gibi görünse de yakında gidecekler. Bu nedenle kendileri burada misafirdir. Bizde de misafirler ağırlanır. O yüzden arzu ederlerse onlar benim masama buyurabilirler!”
Cardhu 12 karşıladı beni önce yumuşak notalarıyla. “Hoş geldiniz”in en zarif hali olabilir bir Cardhu 12 sanki. Eski bir dost çıkageldi hemen sonra. Çok ayrı kalmamış olsak da hayli özlediğimi fark ettim Chivas Regal 18’i. Uzunca bekledi gitmeden. Yerini, Ardbeg Wee Beastie ve Johnnie Walker Black Label Islay Origin’e bıraktı. Tam ortalık dumana boğulmuştu ki Teeling Single Malt yetişti ateşime olanca serinliğiyle. Ve gözümü yeniden açtığımda Jack Daniel’s Single Barrel vardı soluklarımda. O beklenen son ikram gibi tatlı bir vedaydı adeta onun yudumları.
Tarih demişken, “icaz” diye eski bir sözcük var; az söz çok mana demek. Az sayıdaki kelimenin birleşerek anlamca devleşmesi gibi bir karşılığa sahip. Bu geceyi anlatmaya çalışırken de bu kelime geldi aklıma. Belki, ben de şunu söyleyebilirim o halde kısaca: Öyle bir yolculuk ki, büyüsü çok, sözü az.
Eşlikçim, Burkay Adalığ.