Sırların Sırrı – Nikka 51,4

Sabah.
Öyle muhteşem bir ortama gerek yok aslında. Puslu bir havanın yarı loş gün ışığı, serin bir rüzgâr ve sıcak bir espresso… Bir kitabın içine dalmak için gereken asgari şartlar. Dan Brown’un Sırların Sırrı kitabını okuyorum. Erken uyandım, bulunduğum ortamın sade güzelliğine baktım. Ne bir deniz manzarası ne bir orman ne de sallanan bir sandalye karşısında şömine çıtırtısı. Sadece bu; bu kadar basit.

Gün ısınıyor, şehir ses kazanıyor yavaş yavaş. Kahvem bitti, ama kitabım heyecanla ilerliyor: Robert Langdon’ın otelinin penceresinden Vltava Nehri’ne atladığı sahnedeyim. Sıcak, yumuşak tüyleriyle Sushi taciz ediyor beni bir yandan. “Hadi kalk, bırak kitabı,” dercesine sesleniyor bana şimdi ortam. Kitabımı kapatıyorum, bir yudum su alıyorum, kedimi seviyorum.

Akşamdan sehpada duran dolma kalemlerimle oynuyorum; biri sarı, biri mavi. Biraz karalıyorum gelişigüzel. Kahvemden bir yudum daha alıp okumaya devam ediyorum sonra. Langdon’ın Karl Köprüsü’nde güneş taçlı, gümüş mızraklı bir kadınla karşılaştığı sahneyi anımsıyorum. Kadının ardında bıraktığı kokuyu Langdon “ölüm kokusu” diye tanımlıyor. Şaşırıyorum. Korkuyorum da.

Kitap iyi ilerliyor. İliklerime kadar okuma arzusuyla doluyum. Uzun zamandır yakalamaya çalıştığım o motivasyonu şimdi ellerimde tutuyorum. Bir yandan da notlar alıyorum; kitapta gerçekten değerli yerler var. İyiyim. Keyfime diyecek yok. İnsanın zihninin geleceği nasıl tasarladığına, nasıl tahmin ettiğine dair bir bölüm var. Oldukça ilginç. Titanic’in hikâyesinin, kazadan tam on dört yıl önce yazılmış bir kitapta anlatıldığını öğreniyorum. Bu gerçekle yüzleşiyorum satırlarda. Ve daha fazlasını anlatmak istemiyorum kitapla ilgili. Devamını, okuyucu deneyimlesin.

Akşam.
Tam balık havası bir akşam. Maç da var. Re re re ra ra ra. Ve haberlerde okuyorum beklerken: Louvre Müzesi’nde soygun olmuş. “Paris’teki Louvre Müzesi’ni güpegündüz soyan hırsızlar, sekiz çok değerli mücevherle kaçmayı başardı.” (BBC). Da Vinci Şifresi de Louvre’da başlıyordu. Tesadüfün böylesine hayret edip kadehimdeki sırlara dönüyorum. Kadehimde Nikka From The Barrel var.

Kuşkusuz Da Vinci Şifresi çözmüyorum; Sırların Sırrı da değil bu. Ama Nikka From The Barrel lezzetlerinde bir derinlik var. Japon ustalığının sırlarını yudumluyorum adeta. Tatlı ve sert olmayan akıcı kıvamına saygı duyuyorum. Meyve ve vanilya lezzeti baharatlarla katmanlanıyor ağzımda. Sade, ölçülü, güçlü diye tanımlayabilmek mümkün belki; tam da tarif edemiyorum ki. Herkesi bu sırrı çözmeye davet ediyorum. Olay yeri inceleme öneriyorum.

Kitabımı okuyorum yatmadan önce. Sayfalardaki sırlardayım şimdi. Uykumun geldiği o bölüm sonuna ayraç koyuyorum ve başucu ışığımı kapatıyorum. Çocuklar için uyku vakti. Uzun bir gün oldu. İyi geceler.

Bir yanıt yazın

*