Son zamanlarda, içine bütün işlemiş seslerinden rahatsızım İstanbul’un. Kulaklarımda sürekli bir trafik sesi çınlıyor. Şiddeti neredeyse ağrı eşiğinde o birkaç vakit toplum ritüeline maruz kalıyorum ara ara. Sonra bir şantiye, bir düğün, bir müzik katılıyor bu kararsız düzene.
Aradığım sessiz huzur için Antalya’ya gidiyorum. Phaselis’te bir ağaç gölgesine sığınıyorum hemen. Ruhuma dolan serin rüzgarı dinliyorum oturup. Öyle sessiz ki, denizin kokusuna çamın yeşili karışıyor yalnız. Bir askerin “evci” çıkması ya da bir hükümlünün şartlı salıverilmesi gibi hissediyorum buraya her gelişimde. Bir çocuğun teneffüs ziliyle kendini çabucak okul bahçesine atması ya da son dakikalarında maçın, kalesi iyice baskılanan bir takımın bitiş düdüğüyle nefes alması gibi hissediyorum burada hep.
Şimdi mavisiyle, yeşiliyle koskoca bir kış girdi yeniden aramıza ama iyi ki gelmişim yine. Gelirken de The Glenlivet Founder’s Reserve getirmiştim. Burunda resmen bir Coca-Cola. Şekeri ve karameliyle, damakta devam eden burunla uyumlu bir Coca-Cola etkisi. Yakıcı ama kısa bitişli. Bu havaların ve tam da buraların viskisi. Yanına taze mevsim meyveleri de çok yakıştı doğrusu.