Hürmet dolu bir sevinçten heyecan içindeyim: O yıllarda münasebet kuramadığım viskilere kavuşuyorum. 1980’lerin göklerinden birkaç elma düşmüş de, ben oluşan o meteor yarığına koşuyorum sanki merakla. Bir büyükle bayram kucaklaşması gibi bu varış; bu “geçmişe dönüş” gibi bir şey adeta.
Tarihten bir lezzet kayığında, namütenahi hülyalar diyarında geziniyorum. Tadım esnasında pek “sitayişkâr”ım. Öyle ki, şişelerde kullanılan cömert cam miktarını bile överken buluyorum kendimi bir anda. Yenilerle kıyas kabul etmeyecek kadar gösterişli/tok bütün eski şişeler. Neden sonra Sevgili Oktay Akbal’ın “önce ekmekler bozuldu” tabiri geliyor aklıma. O günlerden bugünlere çok şey değişmiş. Muadil bir viskinin -kalite olarak- bugünün kalburüstü maltlarına denk geliyor oluşuna da şaşırıyorum hayli. Bambaşka şeylere dönüşmüş zamanla ekspresyonlar genelde. Kulaktan kulağa oyununun son kulağındaki yanlış ses olmuşlar şimdi.
Eski ve yeni Ballantine’s Finest’ları karşılaştırarak başlıyorum. Eski “Finest”, yeniye göre daha açık renkte. Şişe açılmamış ve viski biraz eksilmiş. Renk “ideal”e yaklaşırken, profil tersine karakter kaybetmiş gitgide. Eskinin 43 derece alkollü burnu, yumuşak ve zengin. Odası, çekmecelerinden taşan naftalin kokusuna boğulmuş eski bir taş evde gazoz ikram edilmişçesine tatlı da bir burun bu. Eskimişlik, eski kokusu katmış gibi. Damak, aromalı bir mineralli su kıvamında, yumuşak ve lezzetli. Eski Finest ve yeni Finest arasındaki fark dağlar kadar. Eskisi için yakıştırılmış “haso viski” unvanı çok yerinde 🙂 Yeni Finest’ın burnu, dik ve yorucu. Sentetik, plastik kokuları ise itici. Tahılsı notaları “ıslanka”da bir hamuru çağrıştırıyor. Damağı, sert ve biramsı. Bitişi, neşesiz ve daha yakıcı.
Ballantine’s 12’ler, bir uçurumun iki ucundaki diğer bir ikili. Odunsu kokuların deri kokularına karıştığı, iyotlu ve hafif meyveli notalarla zengin eski Ballantine’s 12 burnundan, yenisinde eser yok. Yenisini burada yazmıştım. Eski Ballantine’s 12, havalandıkça yeni notalarla daha da zenginleşince, -hem de tarihi kıymetinden de ötürü- bu zenginliği yeterli görüp bir de su eklemeye kıyamadım. Damağa başta tuzlu değse de portakal likörü tadındaki tatlı notaları şenlikli. Lezzetler, doyumsuzluk hissettiren/iştah kabartan cinsten çeşitli, güzel. Şişesi alımlı; özellikle, elle yazılmış hissi veren “12” çok samimi.
Eski Red Label ise tütün kolonyası rengiyle çok havalı. Burnu, çeşnili bir yemeği koklar gibi lezzetli. Baharatlı kokuları ağırlıklı olarak çemensi, pastırmalı. Hatta, bir “Doritos” paketi açtım sanki diyebilirim. Bir çam ormanında kaybolmuş hissi veren odunsu kokularıyla zengin. Odunla beraber yürüyen o tatlı, meyveli enfes kokularla derin. Bu sert ve yoğun notaları çok beğendim. 43 derece alkolü, damakta dik olmasına karşın “sempatik”. Bitişi uzunca ve tatlı-acı. Yenisindeki notalar eskisini andırıyor. Burundaki baharat rayihaları korunmuş; damak da yumuşamış.
Viskilerin, zamandaki yolculuklarında değişmemelerini beklemek doğru değil illaki. Ancak, en sürdürülebilmiş karakterin Red Label’da olduğunu da söylemem gerek. Lezzet istikrarı bakımından Red Label’ları dengeli buldum. Özellikle, eski Red Label’ın yaşattığı haz feza mertebesindeydi. Bu hazzın “sağlayıcı”sı sevgili arkadaşım Barış’a ve bu nefis viskileri günümüze kadar -sanki bizim için- saklamış, onun sevgili babaannesine buradan teşekkürü bir borç bilirim.